İçerik Özeti
Bayram’da Niğde’ye gidiyorum. Aslında “Herkes gezerken sen çalış, herkes çalışırken sen gez.” düşüncesine inanırım ama aileler de bayramda çocuklarını görmek istediklerinden bu sefer herkes gezerken, küçük kentlerin dolup taştığı bayram zamanında Niğde’ye gidiyorum.
Özenle çantamı hazırlıyorum.
Otuzlu yaşların başında insan çok şey istiyor, kendisinden de çok şey bekleniyor. İçine doğduğunuz aile dünyadaki zamanının azaldığını düşünerek sizi daha çok özlüyor ve daha çok görüşmek istiyor. İş yeriniz başarılarınızı artırmanızı bekliyor. Siz eşinizle daha fazla zaman geçirmek istiyorsunuz. Bir taraftan gerçekleştirmek istediğiniz düşleriniz sizden daha fazla uzaklaşmasın diye düşleriniz için de zaman yaratmaya çalışıyorsunuz. Kurması zorlu bir denge. Bu nedenle Bayram’da evde yuvarlanmak, gezmek, hobilerinizle ilgilenmek ya da ziyaretler gerçekleştirmek arasındaki seçim de her zaman zorlu.
Otobüs yolculukları insanın düşünme eylemini gerçekleştirmesi için harika olanaklar sunuyor. Düşler ve düşüncelerle dolu asfaltların üzerinden on iki saatin ardından Niğde’ye geliyoruz.
Niğde Merkez’in içinden arabayla şöyle bir geçiyoruz. Niğde hayli hızlı değişiyor. Büyük kentlerde zaten zor ama Niğde’de de kent hafızası çok çabuk yok oluyor. Yani kader ve deneyim ortaklığını sağlayan benim gittiğim dükkâna eşimin ve çocuğumun da gitmesi böylece aynı ülkede aynı şeyleri yaşamaktan kaynaklanan ortaklık kayboluyor. Bu ortaklık artık yalnızca tarihi eserler ya da kamu binaları üzerinden kurulabilmeye başlandı.
Dokuz Eylül Üniversitesi ve Ankara Üniversitesi’nde de okumuş biri olarak özellikle eğitim fakültesi anlamında burada aldığım eğitimin niteliğinin gerçekten yüksek olduğunu söyleyebilirim.
Uzun bir yoldan sonra yarım saat kırk dakika uzanabiliyorum. Akrabalarım beni de görmeye bayram ziyaretine geliyorlar.
İlk günü daha çok Selçuklu eserleriyle dolu Niğde’yi gezmeye, Kapadokya’nın girişi sayılan bu kentin etrafındaki inanılmaz zengin tarihi ve kültürel yapıyı anlamaya ayırıyoruz.
Alaedin Keykubad adına sancak beyi tarafından Üstad Sıddık ve Kardeşi Gazi tarafından yapılmış. Bu Cami’nin özelliği şu: Güneş ışığı günün belirli zamanlarında kapıda bir kız silüetinin belirmesini sağlıyor. Anlatılana göre Cami’nin mimarı sevdiği ve kavuşamadığı sevgilisini bu taşa işliyor. Kimi kaynaklara göre bu kız Aleadin Keykubad’ın kızı kimi kaynaklara göre ise sancak beyinin. İlk defa bu görüntünün çıktığı saatleri yakaladık.
Bor
Tarihi bu kadar eskiye dayanan bu çevrenin aslında en son kurulan yerleşim yeri Niğde ve Bor. Yazının ilerleyen bölümlerinde söz edeceğimiz Kemerhisar gibi yerlerin tarihi çok öncelere uzanırken Bor, Oğuz boylarının Anadolu’ya gelişiyle kuruluyor. Niğde’nin popülerleşmesi ise ancak Osmanlı’nın son dönemlerine doğru.
Bor’da ilginç bir durum var. 15. yüzyılın başında Osmanlı yönetiminde etkin rol üstlenmiş Sokullu Mehmed Paşa’nın Bor’a yaptırdığı birden fazla eser var. Söz gelimi burada bir Cami ve Bedesten var ki dükkanlarından alınan kiraların hâlâ Sokullu Mehmed Paşa’nın torunlarına gittiği biliniyor. Ancak son yıllarda bu durum değişmiş. Gelirler önce bir derneğe ardından Sokullu Mehmed Paşa’nın varislerinin anlaşamaması nedeniyle devlete geçmiş.
Esnaftan öğrendiğimize ve babamın anlattığına göre durum bu.
Kemerhisar
Roma döneminde inşa edilen su taşıma projesiyle eski adıyla Tyana olarak bilinen Kemerhisar…
Buradaki yerleşim tunç devrine kadar gidiyor. İnsanlar yüzyıllarca Kemerhisar’da yaşıyor ve yaz geldiğinde de Bahçeli’deki evlerine ya da yazlıklarına gidiyorlar. Ancak Roma döneminin getirdiği zenginlikle beraber Kemerhisar ve Bahçeli arasında su aktarılmasını sağlamak amacıyla projeler geliştirince her iki yerde de ikamet edenler artıyor.
Kemerhisar aynı zamanda kişisel olarak şarap üretimiyle de bilinen ve Cumhuriyet döneminde ilk nüfus kağıdı uygulamasına geçilen ilçesi
Altunhisar
Yeşilyurt adındaki köyümüz buraya bağlı. Altınhisar-Altunhisar… Adı dolayısıyla definecisi çok. 13. Yüzyıldan kalma bazı yapılarının yanında tarihi çok daha eskilere giden köylerindeki yapılar keşfedilmeyi bekleyen madenler…
Taş yapılar, restore edilmemiş kiliseler, kimsenin haberinin olmadığı Kapadokya’ya özgü mağaralar…
İlk durağımız babaannemgilin evi. Burada da sıradışı bir taş ustalığı ve kemer yapısı var.
Anneannemgilin evinin üstündeki kilise. Yıllardır böyle duruyor. Buranın etrafında çokça define arandığını duyardım. Çocukluğumdan beri restore edileceği söylentileri dolaşır durur ama hiçbir şey yapılmadı ben artık bu ihtimalin olmadığını düşünüyorum.
ve Kapadokya’ya giriş: Tığrazlar.
Kapadokya aslında Niğde’den başlıyor. Yeşilyurt köyündeki bu mağaralar yalnızca yöre insanı tarafından biliniyor. Eskiden ev ya da hamam olarak kullanıldığı dönemler olmuş. Bazı koridorlarının kilometrelerce ötede başka mağaralardan çıktığı söyleniyor.
Buradan dönüp anneannemgilin evine gidebiliyoruz.
Anneannemin, bahçesinde kocaman bir ceviz ağacı olan bahçesi… Ceviz ağacının altında oturmanın insanı neden sakinleştirdiğini düşündünüz mü? Hafif miktarda sülfür yayılıyor. Bu nedenle ben burada geçen zamanlarımı hep huzur ve sakinlikle anımsıyorum.
Köyden dönerken bahçeye uğruyoruz.