Bulgaristan yolculuğu içeriğini buradan dinleyebilirsiniz.
İçerik Özeti
Bulgaristan Kırcaali’ne yaptığımız yolculuk ve ilk yurtdışı deneyimime ilişkin fotoğraflar ve anılardan oluşan bir içerik.
Eşim Bulgaristan göçmeni. Türkiye’ye 1989’da gelmişler. Ancak eşim o dönem çok küçük olduğu için bu göç öyküsüne ilişkin öğrendiklerimin çoğunu annesinden, babasından ve nenesinden öğrendim. Kimliğini yaşaması engellenmiş bir halkın direnişini, neden göç etmek zorunda kaldıklarını; kardeşlerini, akrabalarını, soydaşlarını, işlerini, evlerini bıraktıkları Kırcaali’den ayrılışın çarpıcılığını ve anavatana dönüp yeniden bir yaşam kurmak için harcanan emeği onların tanıklığında keşfettim.
Kader, öyküsünü dinlediğim bu yerlere öyküyü anlatan kişilerle gitme olanağı sundu. 30 yaşında yurt dışına ilk çıkışım Bulgaristan’a… Türk soydaşlarımızın çoğunlukta olduğu Kırcaali’ye oldu.
Yolculuğun Başlangıcı: Niğde, Eskişehir ve İzmir
Yolculuğumuz Giresun’dan başladı. İki kedimizle önce ailemi ziyaret etmeye Niğde’ye doğru yola çıktık. Kedilerimizin kakalarını temizlemeye durduğumuz ve Kül’ün kutusuna girmekte direndiği iki muhteşem molayla on saatlik yolun ardından Niğde’ye vardık. Burada kuzenimin düğününe katılıp kurtlarımızı döküp, vedalaştık.
Ardından canımızdan çok sevdiğimiz kuzenimiz Emine’yi ve eşini ziyarete Eskişehir’e uğradık. Şaşırtıcıdır kedilerimiz bu yolda hiç işemedi ya da kaka yapmadı. Evlerini bulmakta her seferinde sorun yaşasak da sonunda vardık. Feyime, uzun süredir yapmak için uğraştığı tabloları Emine’ye armağan etti. Bir gece kalıp kardeşimiz Ecem’i de alarak buradan İzmir’e doğru yola çıktık.
Şaşırmaya devam ediyoruz. Kedilerimiz bu beş saatlik yolculukta da hiç işemedi ya da kaka yapmadı. Biz de hazır miyavlamıyorlarken mola bile vermeden İzmir’e geldik. Esin’in özel pastasıyla babamın doğum gününü kutladık birkaç saat uyuduk ve ana hedefimiz Bulgaristan’a doğru yola çıktık.
Bulgaristan
Kapıkule’yi binbir sıkıntı, sıra ve sorunla anlatsalar da bana denk geldi herhalde hiçbir sırayla ya da sorunla karşılaşmadık. Bundan sonrası ise benim için daha önce yaşamadığım yepyeni ve farklı bir deneyimdi. İlk defa yurt dışına çıkarken yaşadığım heyecanla Feyime şöyle dalga geçti.
Ülkenin girişinde bizim ülkemizde yasadışı olan bahis ve gazino faaliyetlerine ilişkin gördüğüm tabelalar hayli dikkatimi çekti. Bu işler için Türkiye’den gelen çok sayıda insanın olduğunu öğrendim. Bulgaristan otoyollarındaki sapaklara girebilmek için bir sapağa daha girmeniz gerektiğini de gene ilk fark ettiğim şeyler arasında sayıyorum. Sapakların bu biçimi bizdekinden daha güvenli geldi bana.
Haskova il sınırlarına geldik. Ülke Avrupa Birliğine girse de kentlerde çoğunlukla Rus mimarisinden örnekler görmek ve bu yapıların yıllardır yenilenmemiş olması hem sıradışıydı hem de dünyanın farklı yerlerinde insanların farklı öncelikleri olduğunu düşündürür cinstendi.
Etrafı ormanla kaplı iki şeritli bir asfaltın üzerinde sürerek Kırcaali’ye geçtik. İlk durağımız Feyime’nin çocukken yazlarını geçirdiği Bayse Hala’ydı. Apartmanlarının altındaki otopark gördüğüm en ilginç otoparklardan biri. Yolu gösteren Fikret Enişte’nin desteği olmasa buraya arabayı sığdırabileceğimizi düşünmezdim.
Sevinç Hala’yı da ziyaret ettikten sonra Bulgaristan’da kaldığımız süre boyunca misafir olacağımız Ekser Amca’nın ve Esile Yenge’nin Gledka’daki evine geldik.
1. Gün
Feyime’nin çocukluk ve gençlik anılarını anlata anlata bitiremediği kuzenimiz Hamdi’yle tanıştım. Kuzenimiz diyorum ama aslında Feyime’nin kuzeni. Bulgaristan’da yaşayan Türklerin akrabalık kavramı bizimkine pek benzemiyor. Türkiye’de biriyle evlendiğiniz zaman eşinizin akrabaları da sizin akrabalarınız olur. Yani arada bir kan bağına gereksinim duyulmaz. Ancak burada akraba yalnızca aranızda kan bağı olan kişilere deniyor. Aileye eş olarak gelenler güvey olarak adlandırılıyor. Bunda darılacak bir şey yok. Yüz yıldır yabancı bir memlekette yaşayan Türklerin kimliklerini koruma yollarından biri bu. Hem ömrümde gördüğüm en nitelikli ve candan akraba güvey ilişkileri de burada.
Gledka’daki bu evde ömrümde yediğim en lezzetli domatesleri yedim. Kapama olarak adlandırdıkları pilav ve etten oluşan muhteşem yemeklerin tadına baktım. Sabahlara kadar kalabalık sofralarda sohbet etme olanağı buldum.
Gledka’daki komşumuzun da şöyle bir arabası vardı. Ava giderken kullanıyormuş.
2. Gün
Geldiğimiz ikinci gün pasaport ve liçna karta adı verilen Bulgaristan kimlik kartını yenileme gibi işlemler için Kırcaali merkeze gittik. Feyime’nin kuzenlerinin işlettiği Urban kafede durduk. Kafe gerçekten güzel. Yaptıkları kahveyi 3. dalga olarak tanımlıyorlar. Yani üreticiyle tüketici arasındaki aracıları ortadan kaldırarak kahveye, geldiği ülkenin ve tarlanın bile bilindiği özel bir zincir aracılığıyla erişiyorlar. Burada içtiğim espresso da unutulmaz bir lezzete sahipti. Bir de Bulgaristan’da plastik şişelerin kapağını bir kısmıyla şişeye tutunacak biçimde tasarlıyorlar onu da ilk defa burada gördüm.
Kırcaali pazarını ve Ekser Amca’nın standını ziyaret ettik. Pazarın ilerisindeki dükkanlardan arkadaşlarımıza armağanlar aldık. Kırcaali küçük bir yer olmasına rağmen gece oturulacak ve eğlenecek mekanlar var.
3. Gün
Üçüncü gün Kırcaali sokaklarındaydık. Gördüklerimizi konuşarak Feyime’nin ilk gençlik yazlarının geçtiği yollarda yürüdük.
Bulgaristan’daki asgari ücret 2023 yılında 400 Euro civarı. Burada da büyük bir çoğunluk asgari ücret bandında bir gelire sahip. Akaryakıt ve market fiyatlarına bakınca ben insanların yaşam standardının aşağı yukarı Türkiye gibi olduğu yorumunu yaptım. Ancak elbette alkollü içecekler ve et ürünleri Türkiye’ye göre biraz daha uygun. Ama Sigara Türkiye’dekinden de pahalı.
Bulgaristan’la kıyaslayınca bizim ülkemizdeki tüketici kanunlarının ve finans sektörünün daha gelişmiş olduğunu belirtmek de olanaklı. Burada bankalardan çektiğiniz kredilere her sene enflasyon oranında güncelleme geldiğini öğrendim. ATM’den para yatırmanın ve çekmenin de ücretli olduğunu söylediler. Kırcaali’ye bir turist değil bir güvey olarak geldiğim için normalde öğrenemeyeceğim buna benzer birçok bilgi edindim. Söz gelimi ülkede bir apartman yönetmeliği olmadığı için asansörlerin çiple kullanıldığı yalnızca asansörün bakım ücretlerini ödeyenlerin asansörü kullanabiliyorlarmış. Bir de burada asla pazarlık yapılmıyor. Aklınızda bulunsun.
Tüm bunların yanında Bulgaristan gerçekten çok yavaş ve sakin. Herkes trafik kurallarına uyuyor. Avrupa’ya gidenlerin anlata anlata bitiremediği “yola ayağını atınca araba duruyor” geyiği de gerçekten doğruymuş. Defalarca kahkaha atarak karşıdan karşıya geçtim. Bu bana büyük bir mutluluk verdi.
Bir de poşet burada da marketlerde ücretli ama niteliği daha yüksek. Burada Avrupa Birliği’ne üye olmanın önemi ortaya çıkıyor. İğneden ipliğe kadar tüm ürünlerin belirli nitelikleri oluyor. Kent merkezine uzak bir yerde bile bizde simetrik internet olarak yüksek fiyatlara satılan veri indirme ve yükleme hızlarının aynı olduğu paket vatandaşlara standart olarak sunuluyor. Ancak bunun yanında nedense Türklerin çoğunlukta olduğu Kırcaali’de bile seçimlere katılım oranı %60’lara ancak ulaşıyor. Türkler’in mecliste DPS adında bir partiyle temsil edildiğini de belirtelim.
Bulgaristan’ın çoğunluğu biliyorsunuz Hristiyan ancak Kırcaali özelinde çoğunluk Türk olduğu için Müslümanlar sayıca daha fazla. Burada bir Kiliseyi ziyaret ettik. Her sabah 8’de ve akşam 5’te kilisenin çanları birer kere çalıyor. Bu durumu şaşırtıcı buldum. Kilise çanlarıyla çalışma saatleri arasındaki benzerlik bana Maksim Gorki’nin fabrika düdüğüyle uyanılan devrim öncesi Rusya’yı anlattığı Ana romanını çağrıştırdı. Bir de Hristiyan biri öldüğünde çan uzun ve aralıklı çalınıyorsa ölenin yaşlı olduğunu, kısa ve hızlı çalıyorsa da genç olduğunu anlıyormuşuz. Bunun dışında hafta sonu halkı ayine çağırmak için çan daha uzun süre çalınıyormuş…
Ahmet Hamdi Tanpınar’dı sanırım bir yerde insana verilen değeri görmek istiyorsanız mezarları ziyaret edin diyordu. Akrabalarımızın mezarına gittiğimizde bunu gözlemleme fırsatı buldum. Burada mezar taşlarınının görünümüne daha çok önem veriyorlar. Bunun nedeninin Hristiyanlarla bir arada yaşamak olduğunu düşünüyorum. Müslümanlık ve Hristiyanlığa baktığımızda Hristiyanlığın öykülerini ikonalar, semboller ve görsellerle anlattığını, Müslümanlığın ise yazıyla anlattığını görüyoruz. Yani Hristiyanlığı eğer bir tabloya benzetecek olursak Müslümanlığı da yazılı bir anlatıya benzetebiliriz. Hristiyanlarla bir arada yaşamak mezar taşlarına böyle görsellerin girmesini sağlamış zannediyorum. Ayrıca ölen Bulgarlar, ölen sevdiklerinin anısını yaşatmak için de evlerin önüne altı ay boyunca fotoğraflarını asıyorlar. Kedi köpek gibi hayvanlara insan ismi konulmasını da uygun bulmuyorlarmış. Ölen kuşumun adı Faruk’tu mesela benim ama bunu söylemedim.
4. Gün
Dördüncü gün Kırcaali müzesini ziyaret ettik. Müzede İngilizce bir açıklama olmamasına rağmen girilmeye değer diyorum. Annem bize bir bölümünü Bulgarca’dan çevirdi. Fotoğraf ya da video çekmek yasak değil ama ücrete tabi. Girmeden önce değmeyeceğini düşünerek fotoğraf ve video çekimi için ödeme yapmadık ama özellikle en üst katta Türklerin ve Bulgarların geleneksel kıyafetlerinin yer aldığı, tütünde çalışan insanların fotoğraflarının olduğu bölümler çok iyiydi. Feyime gene de gizli gizli birkaç saniye video almış.
Kırcaali’de birçok baraj var. Bu barajlardan bazılarının üzerinde restoran olarak kullanılan gemiler hizmet veriyor. Biz Emona adındaki bir gemiye gittik. Güzel bir aile toplantısı oldu. Bu yemekte insanların burada bal adını verdikleri kalabalık törenlerle lise mezuniyetlerini kutladıklarını 60 – 65 yaşına doğru da dostlarıyla jübile adını verdikleri bir kapanış töreni gerçekleştirdiklerini öğrendim. Bir de burada çocuklarının Türkçe öğrenmesini isteyen aileler için bir Türkçe öğretim merkezi yokmuş. Çözülmesi gereken bir sorun.
Kırcaali’de geçirdiğim son gün tüm yorgunluğuma rağmen katılmaktan memnuniyet duyduğum bir geziyle geçti. Kırcaali’ye bağlı köylerin her birinin farklı tarihlerde yağmur duaları oluyormuş. Bunları Whatsapp ve Facebook gruplarından duyuruyorlarmış -Bu arada Facebook Bulgaristan’da hala çok popüler- duyan duymayana söylüyormuş ve her sene benzer tarihlerde dua gerçekleşiyormuş. Ben babam, amcam ve babamın kuzeni Bener Abi’yle Susuz köyünün yağmur duasına katıldım. Beklediğimin üzerinde bir kalabalık vardı. Kazanlarda keşkek kaynatılıyordu. Bir festivale benzediğini söylemek yanlış olmaz. Bu kadar insan Avrupa’nın farklı yerlerinden Bulgaristan’ın farklı kentlerinden bir araya gelerek köylerinin yağmur duasına katılıyorlar. Yağmur duasında yere bir bez serip oturmuş her aileye bir tencere keşkek geliyor. Bir taraftan da köyün ileri gelenlerinden biri tarafından bu etkinliğin düzenlenebilmesi için bağışta bulunanların adları bağışta bulundukları miktarlarla açıklanıyor. Bir halkın kimliğini korumak ve birbiriyle bağını koparmamak için müthiş ısrarcı tavrının bir sonucu bu dualar.
Köy yolunda yemyeşil çam ormanlarının arasında serin piknik alanları da bulunuyor. Bu ormanlık yerlerin aslında çıplak olduğunu komünizm döneminde günlük iki levaya insanlara zorla çam ağaçları diktirildiğini anlattılar. Günlük yiyeceğimiz beş leva tutuyordu ama çalışmak mecburdu dediler. Öyküsü tuhaf olsa da bu sayede inanılmaz ormanlık bir alan miras kalmış geriye. Piknik alanlarında bir işletmeci yok. Buraya çıkıp çardaklara geleceğiniz tarihi yazdığınızda o çardak o gün size ait oluyormuş. Kendi kendine ilerleyen bir sistem.
Ancak bu gezinin en çarpıcı yanı, babamın köyüne uğradığımız; çocukluğunun geçtiği, yetişkinliğinde Türkiye’den çocuklarını getirip annesinin babasının elini öptürdüğü evi görmemizdi. Böyle yerlerin insan için ne anlama geldiğini anlamak zor değil. Ancak içinde insan yaşamayan evin damı bile çöküyor. Zamanın iyileştirici gücünün yanında yıkıcı gücü de büyük bir kuvvetle kendini gösteriyor.
Orfe. Bu fabrika da nenemin zamanında kalite kontrolcüsü olarak çalıştığı bir konfeksiyon fabrikası.
Bulgaristan benim için her açıdan yeni, öğretici, kişisel ve unutulmaz bir deneyim oldu. İnsanların yaşam hakkındaki görüşlerine bakmaksızın akrabalık ilişkilerine büyük önem verdiğini ve akrabalığın sanırım yalnızca burada olması gerektiği gibi işlediğini gördüm. Ölüm, doğum, düğün gibi anlarda maddi manevi herkes bir anda bir araya gelebiliyor.
Karşılaştığım herkes çok içten ve iyiydi. Bizi bu kadar iyi ağırladıkları için başta Ekser Abi, Esile Yenge, Hamdi, Bayse Hala, Fikret Enişte, Leman Abla, sevgili eşi Yasin Abi, Binnaz Abla ve Sevinç Hala olmak üzere temas ettiğim her insana minnettarım.
Bir sonraki içerikte görüşene dek kendinize iyi bakın.
Kaynaklar
İnsan deneyimleri.