Bir yetişkin edebiyatı yapıtı olan Ölümün Gölgesi Yok, ölçünlü boyutlardadır. Boyutu kitabın okunmasında ve taşınmasında bir sorun oluşturmamaktadır. Can Yayınları’ndan çıkan yapıtta ikinci kalite hamur kullanılmıştır ancak bu hamur sarımtrak rengi sayesine aynı zamanda göz de yormamaktadır. İkinci kalite hamur olmasına rağmen kağıdın dokusu uzun süreli kullanımlarda bile yıpranmayacak izlenimi vermektedir.
Kapak, bir okuru metne yönelten en önemli ögedir. Ölümün Gölgesi Yok’un kapak düzenlemesinde klasik bir tasarım uygulanmış kapak resmi olarak ise metinle tam bir uyum içinde yatakta yatan bir kadın seçilmiştir. Resmin çizgileri okura, huzur ve hüzün duygularını çağrıştırmaktadır. Ancak arka kapaktaki yorumlar ve alıntıları okurun düşünme sorumluluğunu elinden almaktadır.
Adnan Binyazar’ın yaşamından izler taşıyan anlatı bu niteliğiyle özyaşamöyküsel bir kimliğe bürünmektedir. Yapıt, Adnan Binyazar’ın eşine kanser tanısı konması sonrası yaşanılanları geriye dönüşlerle okura anlatmaktadır. Büyük bir aşkın tanıklığında Türkiye’nin geçirdiği kırılmaları da görebildiğimiz yapıtta, yazar bu kadar kişisel bir konuda bütün benliğini ortaya dökmesine karşın aşırı romantikliğe kaçmadan yaşamda kimsenin başına gelmeden yüzleşmek istemeyeceği eş ölümü gibi acı bir durumla karşılaştırmıştır okuru. Bunu yaparken de ilişkilerin ve duyguların sorgulandığı hızlı yaşanılan 21. yüzyılda eşine az rastlanır bir yaşam arkadaşlığıyla anlatmıştır anlatacaklarını.
Öz Yaşamöyküsel Bir Roman
Ölümün Gölgesi Yok kitabının anakarakteri aynı zamanda anlatıcı olan Adnan Binyazar’ın kendisidir. Adnan Binyazar, çocukluğunda başına gelenlerle, öğretmenliğiyle, tayinleriyle Türkiye’nin yaşadığı siyasi dönüm noktalarıyla ve en sonunda eşinin ölümü karşısında derin ruhsal değişikliklere uğramış devingen bir karakterdir. Yapıtta karakterler arası çatışmalar yerine sıkça kişini iç dünyasındaki çatışmalara tanık oluruz. Öz yaşamöyküsel bir nitelik taşıdığı için birinci kişili bir anlatımın kullanıldığı eserdeki dil duyarlığı çarpıcı bir düzeydedir. Binyazar’ın tümceleri için seçtiği söz dizimleri bile yeni metinler üretmek için esin veren çarpıcılıktadır.
Anlatıda üç farklı zaman dilimi vardır. Bunlardan ilki Adnan Binyazar’ın çocukluğunun anlatıldığı zaman dilimi, diğeri eşine kanser tanısı koyulduktan sonraki tedavi süreci ve anlatıcının zamanı olan Filiz öldükten sonraki zaman dilimi. Anlatı en sonunda(Filiz öldükten sonra) tek bir zamanda eşin ölümünden sonraki zaman çizgisinde devam etmesiyle yalnızlığı başarılı bir biçimde duyumsatmıştır.
Sıradan insanların sahip olduğu büyük bir aşk üzerinden yaşam gerçekliğini duyumsatmaya çalışan eser hayattaki en temel gerçekliğin sevgi olduğunu aktarmakta ve sevgiye karşı olan tüm geleneklerin, yönetimlerin bir gün mutlaka son bulacağını ve insanca olmadığını aktarmaktadır. Eşinin ölümünden sonraki umutsuzluğunun aksine Türkiye’nin geçirdiği dönemler üzerine umutla bakan yazar, daha sonra Toplum ve Edebiyat adlı kitabında belirteceği üzere “En karanlık bulutların bile bir yerlerinden güneş sızacağını” önadlarla ördüğü detaylı anlatımıyla aktarmaktadır.
Kapalı ortamların seçildiği Ölümün Gölgesi Yok adlı romanda özellikle ölüm düşüncesi bu seçimi doğurmuş, okurda ortam duygusunun oluşması için beş duyunun devindirildiği detaylı betimlemelere yer verilmiştir. Coğrafya olarak yalnızca Türkiye’nin değil Almanya’nın da geçtiği anlatı, gurbet duygusunun da eklenmesiyle hissedilen derin yalnızlığı okura başarıyla geçirmeyi başarmış, nitelikli ve güçlü bir anlatıdır.
Bu girdi, Ankara Üniversitesi’nde Prof. Dr. Sedat SEVER’in Türkçe Eğitimi Doktora programında yürütmüş olduğu Öğretici ve Yazınsal Metin İncelemeleri dersi için hazırlamış olduğum incelemenin sonuç bölümüdür. Bu dersten çıkardığım sonuç puanlama sistemini de değiştirmem gerektiğidir ama onu da zaman bulunca yaparım artık sevgili okur.