Wolfenstein serisinin Ya Almanlar savaşı kazansaydı? fantezisi üzerine kurulu üçüncü oyunu Wolfenstein Youngblood şöyle başlar: Amerika özgürlüğüne kavuşmuş, Blazkowizc ile Anna evlenmiş ve ikiz kız çocuğu sahibi olmuşlardır. Blazkowicz ve Anna ayrı ayrı bu ikizlere eğitim vermektedir. Gelişen olaylar Blazkowicz’in ortadan kaybolması ve bizim ikizlerin ailelerinden aldığı eğitimle Paris’teki direnişçilere katılarak babalarını kurtarmaya çalışmasıyla son bulacaktır.
Youngblood’da oyun sektöründeki dişileşme hareketinden nasibini almış ve ana karakterlerini ergenlikten çıkmak üzere olan iki kız üzerinden kurgulamıştır. Hoş bir değişiklik olabilecekken görevleri bu iki kızın birlikte yapıyor oluşu Wolfenstein’ın bize çok güzel hissettirdiği yalnızlık duygusunu ortadan kaldırmış ve öykünün sürükleyiciliğine sekte vurmuştur. Yapımcıların bu değişikliği oyunu internet üzerinden arkadaşlarımızla da oynayabilmemiz için yaptığını düşünsem de bunun Wolfenstein’ın doğasına aykırı bir sonuç ortaya çıkardığını söylemeden edemeyeceğim.
Atmosfer alışık olduğumuz Wolfenstein oyunlarından geri kalmakta ve öyküdeki diyaloglar kimi yerde klişelikten kurtulamayıp sıradanlaşmakta. Wolfenstein’ın beğendiğimiz mizah dolu diyalogları ve insanı oyunu oynamaya güdüleyen sürükleyici çizgisi bu oyunda yok. İlginç bir takıntı olağan durumlarda çok sevmesem de bir kitabı, filmi ya da oyunu yarıda bırakmam ancak Youngblood maalesef ilk iki üç saatlik oynayıştan sonra bilgisayarımdan kaldırdığım bir oyun oldu.
Wolfenstein Youngblood oyununun tek ilgi çekici noktası Anna ve Blazkowicz’ün yaşlanmış halleriydi. Eyyorlamam bu kadar.
NOT: Bu beraber oynanış ve illa çok oyunculu deneyim sunma takıntısı beni rahatsız ediyor artık sevgili okurlar. Eğlence odaklı bile olsa şöyle sapsağlam derinlikli bir öyküyle ilerleyen tek başımıza oynadığımız roman gibi bir oyun bekliyorum.