1. GÜN
Güne puanım 8. Yeni bir diziye başladım.
The Six Feet Under. Cenaze evi işleten bir aile üzerine kurulu. İlk bölümde babaları ölüyor ve aile bireyleri birbirleri ile gerçek bir iletişim kurma şansı buluyor. Kara mizah. Bütün bunlardan daha önemli bir şey var. İzlediğim bu dizi ya da başka bir şey bende bu günlüğü tutma isteği doğurdu. Daha da derine inecek olursak dizideki bir karakter içimi kımıldattı. Sebebini bilmiyorum.
İşte bu kadın. Oğullardan biriyle yatıyor. Tamamen yabancı biri. Annesi babası doktor. Manik-depresif bir kardeşi var. Bir sahnede Nate’i gerçekten dinlediğini hissettim. Yüz ifadesi öyleydi. Çok çekici bir kadın değil fakat derin. Beni neden bu kadar etkilediğini daha da düşüneceğim.
Bu günlüğe başlamadan önce küçük bir öykü yazmayı denedim ama başarılı olamadım. Yazamadığı üzerine yazan bir edebiyat heveslisi olmak istemediğim için de yazmayı bıraktım. Yazmaya değecek bir şey yok demek ki. Bu arada bu yazılarda edebi bir kaygı gütmeyeceğim. Böylelikle hızlı bir biçimde bütün günü aktarabilirim. Sadece düşünceler kafamdaki gibi uçuşuk olmasınlar diye biraz daha organize yazmayı düşünüyorum. Burada yaptığım gibi resimleri falan da kullanırım. Geri dönüp bakmak eğlenceli olur diye düşünüyorum. Belki dünya yıkılırsa buna ulaşan gelecek nesiller geçmiş hakkında bir fikir edinirler. Dijital olması bu durumun önüne geçebilir. Çok da önemli değil.
Gündüz polisleri bekledim. Güvenlik soruşturması için. Gelmeleri durumunda yapacağım konuşmayı planladım. Bütün planlanmış konuşmalarda olduğu gibi bu da gerçekleşmedi. Daha sonra karakolu aradım. Dosyaları sordum. Polis sanki küfür etmişim gibi kaba davrandı. Önemsiz bir durum.
Şu an biraz daha rahatladığımı hissediyorum. Yazdığım için olabilir. Bir sorun daha bu dosyaları nerede saklayacağım? Google Drive olabilir.
Belki ilerde tekrar değişebilir ama bir konsept belirlemek istiyorum. Bir günlük gibi mi olmalı? Zamanla şekillenir.
2. GÜN
Bir kaç gün önce bir Youtube videosunda gördüm. Doğan Cüceloğlu, sorumluluklar insanların sırtında yük değil hayata anlam katan şeylerdir, diyordu. Bu konu üzerine biraz sonra düşüneceğim ama önce değinmek istediğim bir şey var.
Herkes tarafından söylenen şeyler ilk bakışta tam anlaşılamıyor. Zamanı geldiğinde o bilgilerin gerçek olduğunu insan iliklerine kadar hissediyor. Örneğin hiç mantıklı gelmeyen bir bilgiyi ele alalım. Daha doğrusu anlaşılmayan. Hani bir keşişten duyulan ama bu muydu diyeceğimiz bir bilgi. Önemli olan iç güzelliğidir gibi. Bu kadar söylendiyse bu laf, gerçeklik payı var mı? Şu an bu bilgiye göre hareket etmek için çok gencim ama bu bilginin doğruluğunu bedeller ödeyerek anlayacağım.
Şimdi tekrar yukarıda bahsedilen sorumluluklar hayata anlam katan şeydire geri dönersek; Daha büyük bir açıklamaya ihtiyaç duyuluyor. Mantıklı bir açıklamasını da duysam zamanı gelmedikçe bu bilgi kafamda parlamayacak.
Aynı şekilde sürekli bize söylenen şimdiki anda yaşama tavsiyesi bütün hayatımı gelecekte ya da geçmişte yaşayıp bitirdiğim bir yaşta anlam kazanacak. Bazı bilgiler işlevsiz. Filmin sonunu söylemek gibi. Deneyimlemeden de anlaşılacak bilgiler gerekli. Belki de vardır. Eğer bu konu hala aklımda olur da böyle bir bilgiye ulaşırsam mutlaka yazarım.
Bütün bunların haricinde de kafam karışık. Hayatımda gelişecek olası felaketler üzerinde düşünüyorum. Şimdilik her şeyin iyi gittiği gerçeğini göz ardı edemem. Fakat özenli bir yaşamda bile bu ihtimaller mevcut. Böyle durumlarda nasıl davranacağım? Tamamen yıkılır mıyım ya da beklenmedik bir şekilde güçlü mü kalırım orasını kestiremiyorum. Fakat dünyanın en büyük acılarını da çeksem ölüm gerçeği beni rahatlatıyor. Hatta insanın öleceğini biliyor olması onu iyilik ile kötülük arasında bir çizgide bırakıyor. Şimdilik iyi tarafına daha yakınım.
Bu yazı pek içime sinmedi ama daha iyisini de çıkarabileceğimi sanmıyorum.
3. GÜN
Burayı kullanırken özenli davranmak istiyorum. Nedenini tam olarak açıklayamam. Daha sonra okuduğumda sıkılmaktan korkuyor olabilirim. İnsanlar geçmişleriyle kavgalılar. Ben bu konuda başkaları kadar pimpirikli değilim fakat buraya dönüp bakıldığında -ben ya da bir başkası- hoşnut olunsun istiyorum. Yersiz bir istek değil.
Utanacağım şeyler yazmaktan korkuyorum ki utanacağım. Hatta bu cümleden bile. Ama utanmaktan koktuğum için yeni şeyler keşfetmekten de kendimi alıkoymayacağım. Biraz sulu bir alıntı olabilir. Hatta buraya daha orjinal şeyler yazma sorumluluğunu da bir başkasına yıkmış olabilirim ama
Oğuz Atay‘dan alıntı yapmak istiyorum.
“Yatağımın karşısında bir pencere var. Odanın duvarları bomboş. Nasıl yaşadım on yıl bu evde? Bir gün duvara bir resim asmak gelmedi mi içimden? Ben ne yaptım? Kimse de uyarmadı beni. İşte sonunda anlamsız biri oldum. İşte sonum geldi. Kötü bir resim asarım korkusuyla hiç resim asmadım; kötü yaşarım korkusuyla hiç yaşamadım”
Şimdi daha iyi anlaşılmıştır diye umuyorum. Yanlış ya da kötü yazarım korkusuyla hiç yazmamış birisi olmaktan da korkuyorum. Belki burası benim için bir okul olur.
4. GÜN
Bugün bir hayli kaygılı geçti. Sabah saatlerinde polislerin geleceğini umarak yarı uyanık bir halde yatağımda beklemeye başladım. Olası bir zil sesini kaçırma lüksüm yoktu. Uykulu halin verdiği bulanık bir bilinçle bir önceki gün kağıtlarının geldiğini söyleyen arkadaşımı hatırladım. Polislerin gelip gelmediğini sormuştu. İlk başlarda şanssızlığıma verdim fakat dünya başkalarına torpil geçiyor olamazdı. Benim şanssız bir insan olduğumu benden başka kim bilebilirdi ki. Belli belirsiz birkaç gün önce aradığım karakoldaki polisin söyledikleri aklıma geldi.
”Eğer adresi doğru yazmışsan geliriz.”
Daha sonra formu gözümün önüne getirmeye çalıştım ve gözlerimle görmeden rahat edemeyeceğimi anladım. Elektronik posta hesabımda duran formu indirip tekrar gözden geçirdim. Adres doğruydu fakat eksikti. İl ve ilçe kısımları yoktu. Daha önce çalıştığım iş yeri olan okul adresinde vardı fakat ikamet adresinde yoktu. Büyük bir kaygıyla olası senaryoları düşünmeye başladım.
Postacıların adrese bakarkenki şaşkınlıklarını, bu işlerle ilgilenecek olan yazı memurlarının dosyalarımı sümen altı edişlerini, yazmam gerekecek dilekçeleri, hayatında ilk kez böyle bir durumla karşılaşmış olan memurların bana verecek cevap bulamayışlarını, işlerimi daha hızlı hallettirmek için daire personellerine, polislere sahte kibarlıklar yapışımı hayal ettim. Bu sırada daha da dayanılmaz olmaya başlayan kaygılarımı sonlandırmak için çevremden yardım aramaya başladım.
Yaşamımın En Kaygılı Günü
Diğer arkadaşlarım çoktan bu evreleri geçip işlerinin başında oldukları için haliyle meşgullerdi. Bu dosya işlerini yapması muhtemel herkesi aramaya başladım. Öğle saatleri olduğu için hepsi yemekteydi.
Hayatımın en kaygılı yarım saatini operatörleri beklerken Für Elise dinleyerek geçirdim. O sırada daha önce aramış olduğum arkadaşlarımdan biri döndü. Olayları anlattım. Kaygılarımın yersiz olduğunu söyledi. Biraz rahatlamış olsam da hala kötü durumdaydım. Pantolonumun cebinden son kalan sigarayı aldım balkona çıkıp yaktım. Bütün bu karmaşanın içerisinde yıllar sonra hatırlayacağım tek şey belki de o sigaranın verdiği zevktir.
Bütün sırtım tatlı tatlı karıncalanmaya başladı. O sırada vücuda dışarıdan alınan maddelerin stresle başa çıkmada anlık çözümler sağladığını, gerçek çözümlerin durumu kabullenmek ve duyguların farkında olmakla sağlanacağını öğütleyen derslerimi hatırladım. Durumun daha nasıl farkında olabilirdim ki. O an bütün tadımı küçücük bir hatanın kaçırdığını, mutluluğumun ne kadar sahte olduğunu düşündüm.
Benim saadetim doğada hemen yok olabilen bir tür plastiktendi. Hemen orada büyük bir aydınlanma yaşadığımın, balkondan atladığımın, hayatıma ve bütün kaygılarıma bir anda kolay bir şekilde son verdiğimin düşünü kurdum. Hatta biraz daha dramatikleştirip ben apartman kapısının önünde kafatasımdaki çatlaktan sızan kanı yan gözle izlerken en başından beri beklediğim polislerin geldiğini ve kağıtlarımın sorunsuz bir şekilde gerekli mercilere ulaştığını anladığım o anı bile düşledim.
Duygulara İsim Bile Aradım
Bununla yetinmedim polislerin içinde bulunacağı karmaşık duygulara isim bile aradım. Cansız olduğum için benim duygularımın bir önemi olmayacaktı. Bu vaziyet artık beni aşmış olacaktı. Bereket onların da trajedinin farkında olacaklarını pek sanmıyorum. O sırada sigaranın etkisi yavaş yavaş geçmeye başladı. Kurmuş olduğum tüm bu düşlerin de içinde bulunduğum saçma durumun etkisini azaltmaya yaradığını fark ettim ve içeri döndüm. Anneme olayı anlattım.
Sözlerini özenle seçerek beni teselli ettiğini hissetmeme rağmen her kelimesi beni daha da beter etti. Yaşamımın ilk yıllarında bütün kaygılarımı yumuşak ninnileriyle süpüren ses nasıl olurda şimdi kulağımı bu kadar tırmalayabilirdi. Kendime ufak tefek işler aradım. Zamanın daha hızlı geçmesi için güzel bir haber gerekliydi. Önce polisleri aradım. Yaşlı bir polis ismini tam hatırlamadığım bir sistemden bahsetti. Kimlik numaramla adresime ulaştıklarını ve kağıtların öyle adrese yollandıklarını söyledi.
Daha emin olmak için daireden birilerini aradım. Üç farklı kişiye bağladılar. Sonuncusu kimlik numaramı sordu. “
Kağıtlarını il emniyete göndermişiz.” dedi. Öyle bir hatanın olamayacağını söyledi. “
Biz onu halletmişizdir.” dedi. “
Devir teknoloji devri” dedi. Teknoloji devri de ne diye kâğıt postalıyorsunuz elektronik posta yollasanıza! “
Her şeye artık bir tıkla ulaşabiliriz.” dedi. Telefonu teşekkür ederek kapattım.
SON ON DAKİKA
O an on dakika önceki halime tamamen yabancı bir moralle anneme o işi hallettiklerini bu adres işlerinin hiç de bizim düşündüğümüz gibi olmadığını anlattım. Ne de olsa devir teknoloji devriydi. Kaygılarımın yersiz olduğunu önceden tahmin eden arkadaşlarımı aradım durumu izah ettim. Eksik olmasınlar onlar da adıma sevindiler.
Günüm işte bu kadar karmaşık geçti. Şimdi yatağımdayım her şeyin yolunda olduğu konusunda eminim. Gerekli yerlerden teminat alıp herkese teyit de ettirdim. Vaziyet bu iken neden hala uyuyamıyorum?
5. GÜN
Birkaç gündür
Six Feet Under‘dan bahsetmiyorum. Birinci sezonu bitirdim. Hatta yeni sezondan üç bölüm daha izledim. Bütün karakterlerden etkilendim. Üzerine ne anlatmalıyım bilmiyorum. Bu kadar çok ölümün olduğu bir dizi haliyle insanı yaşam hakkında düşündürüyor. Tayfun Doğan,
yaşamınızın anlamı ne? dediğinde sınıftan hiç ses çıkmamıştı. Soruyu tersten sorunca daha anlamlı olduğunu söyleyip ölmek isteyip istemediğimizi ve nedenini sormuştu. Bu soru herkesin dilini bir anda çözüvermişti.
Üniversiteden bir kızı
İnstagram’da gördüm. İsmini dahi hatırlayamadım. Aynı staj grubundaydık. Huzur evinde lobide otururken biraz konuşma fırsatımız olmuştu. Sınava çok az kaldığı bir zamandı. Hacer ile bir daha hiç beraber olamayacağımızı bilerek okulu bitiriyorduk. Kimse bunu söylemiyordu fakat durum buydu. Üzerimdeki yükleri taşıyamadığım bir zamandı. Haliyle suratım da asıktı. Atamanın ne zaman olacağından, kaç kişilik kontenjan olacağından falan bahsettik. Sen nasılsın, üzgün görünüyorsun dediğinde hemen dökülüvermiştim. Hiç üzülmemem gerektiğini, doğmamış çocuklarım için güçlü kalmam gerektiğini söyledi. Ne çocuğu şimdi onu düşünecek halim mi var diye çıkışmıştım hemen. Birkaç çocuğa sahip olmayı her şeyden çok arzuladığını anlattı. İnanır mısın gözleri pırıl pırıldı.
Bu isimsiz kız gibi benim de hayatımın kocaman bir amacı olması gerekiyor mu? Sadece yaşamak zorunda olduğum için yaşasam da aldığımız lezzet aynı olur mu? Bunun cevabını başkaları benim yerime çoktan vermiştir. Yukarıdaki tersten sorulmuş soruya cevabımı şimdi hatırladım burada söylemek uygun olur diye düşünüyorum. Geleceğin neler getireceğini merak ettiğimden ölmek istemiyorum demiştim.
Admin Ailesiyle Görüşme
Bugün Feyime ile uzun uzun konuştuk. Onur’un Niğde’ye gidebileceğinden evlilik meselelerinden bahsetti. Ne hissettiğini tam anlayamadım. Ama Onur’un Niğde’ye gidecek oluşundan pek hoşlanmadığı seziliyordu. Onur’u aradım. Niğde’ye gidişinin nelere yol açabileceğini konuştuk. Hala kararsız.
Havanın sıcak olmasını fırsat bilerek balkonda uzun uzun oturdum. Şu an çoğunu hatırlayamadığım konular üzerine düşündüm.
6. GÜN
Sürekli diziden bahsetmek istemiyorum ama burası ile alakalı çok önemli bir şey fark ettirdi. Yeni bir kitap yazmaya başlayan bir karakter var. Yazmasının tek nedeninin kendisini dinlemek olduğunu söylüyor. Bunları yazmamın nedeninin de bu olduğunu düşünüyorum.
Uzun zamandır konuşmak istemiyorum. Böyle zamanlar önceden de vardı. Örneğin Hacer ile ilk tanıştığımızda Utku’dan bahsettiğinde susardım. Fena halde moralim bozulurdu. Kendi içime düşerdim. Bu durumdan pek hoşnut olmazdı ama evine de gitmezdi. Beni kolaylıkla bir başkasına tercih edebilirdi. Sadece çevresinde yeterli insan yoktu. Bunların artık bir önemi kalmadı.
7. GÜN
Bugün JLBorges ile konuştuk. İnsanların açgözlülüklerinden tiksintiyle bahsettik. Biz aç gözlü değilmişiz gibi. Buna fırsatımız olmadı gerçi. Var olana kanaat ettirilerek büyüdük. Kuşkusuz güzel bir özellik fakat şımarıklığın tadına bakmak isterdim. Sorumsuzca harcamak, başkalarını düşünmeden yaşamak ki hayatımın merkezinde kendimin olduğunu düşünürüm.
Alternatif yaşamın simülasyonu olmalı. Tek atımlık şans ile en iyisini nasıl bulacağız? En doğru kararın ne olduğunu nerden bilebilirim? Kötü bir hayatı nasıl telafi edeceğiz? Ha gayret desek onca pişmanlıktan sonra o gücü kim içinde bulacak?
Geçenlerde yaşlı bir adam,
keşke sizin yaşınızda olsaydım, dedi. Yaptığı hataları tekrarlamayacağından, boşandığı karısıyla hiç evlenmeyeceğinden bahsetti. Aynı gün üniversiteyi kazanamadığından bizler gibi geçerli bir mesleğe sahip olamadığından dem vuran bir çocuğa yaşını sorduk.
On sekiz, dedi. İmrendikleri kişiler olarak gülmeye başladık. Masadakiler on sekizine dönse neler yapacaklarından hayatın ne kadar da başında olacaklarından bahsettiler.
Yaşlı adam da bizim yaşımız hakkında benzer konuştu. Şimdi biz de aynı o çocuk gibi her şeyin geç olduğuna inanıyoruz, adam da öyle. Çocuk çalışsa ya istediğini bir an önce anlayıp onun için uğraşsa ya. Bizler de boşanacağımız o kişilerle hiç evlenmesek ya. Adam onu kanser edecek sigarayı kanser olmadan bıraksa ya. Hayatın kullanma kılavuzu mu var? Üniversite sınavı nasıl kazanılır?
Mutlu bir evlilik için doğru eş nasıl seçilir? Hangi seçimde kime oy vereceğiz?
Kısa bir süre sonra güneşten solacak montu ayırt etmenin yolları neler? Hangi şehir yaşamaya en uygun? En çok hangi meslekte mutlu olacağız? Bunun gibi binlerce sorunun cevabını kim verebilir?
Sahilde Yaşamanın Güzellikleri
Sahilde yaşamanın güzellikleri üzerine uzun uzadıya konuştuk. Oradakilerin tasasız olduklarını Kuzguncuk Sahili’ni Çengelköy’ ü güzelledik. Denizin kıymetini sadece bizim gibi taşra çocukları bilebilir. Bütün hayallerimin içinde buz gibi sular var. Altın gibi kumlar var. Güneşlenmekten olduğundan daha yaşlı gösteren sapsarı kızlar var. Şezlonglar, havlular var. Antalya’ya Beril’in yanına gittiğimde ne özenmiştim.
Mayolar, plaj havluları, bizim buralarda hiç ihtiyacımız olmayan güneş kremleri, bütün bunları doldurmak için çantalar. Daha da iyisi bu güzelliğin bedeli yok. Benim gibi sekiz saat yol çekmek zorunda da değilsiniz. Beril’in Gazipaşa’dan şikâyet ettiğini çok duydum. Bazıları hak etmediği yerde yaşıyor.
Oğuz Atay‘ın dediği gibi ‘
‘Bir taşra çocuğu sıfatıyla özlemeyi bilmiyorsanız denizi kaybettiniz. Benim gibi.” Üzgünüm Beril kaybettin. Ama bütün bu şımarıkların dışında sahilde yaşayıp hakkını verenler de var. Hatta bu durumun farkında olanı da var.
Orhan Veli şiir bile yazmış buna
”Denize çekilmiş dalyan direkleri ve yosun kokusu/ Sahilde yaşayan çocuklara hiçbir şey hatırlatmaz.” Kendisine çok şey hatırlattığı aşikar. Beril ve şımarık arkadaşlarının dışında denizde yaşayıp hakkını veren iki kişi var. Birisi
Orhan Veli Kanık diğeri de
Sait Faik Abasıyanık.
Editörün Notu: Çeviriyi Youtube’un güvenilmez bağlantılarına emanet etmek etmek istediğimiz için Maiotiğe yükledik. Videonun orijinali ve çeviriyi yapan Gizem Kurt’un kanalı
burada.
8. GÜN
Bugün hasta olduğuma karar verdim. Yarın da doktora onaylatacağım. Günlerdir karakoldan beklediğim telefonu aldım. Sabah saatlerinde bir polis memuru aradı. Karakola gelmemi rica etti. Günlerdir sıkıntısını çektiğim adres sorunu rafa kalktı diye düşünüyordum. Giyinip hemen karakola gittim. Tarif ettikleri kata çıktım. Biri kır saçlı, yaşlıca iki polis memurunun olduğu odaya girdim ve meseleyi anlattım.
Yüzüme bile bakmadan soğukça
gel otur, dediler. Siyah, kaygan deri koltuklardan birine oturdum ve birinin bir komut vermesini ya da bir soru sormasını bekledim. Kır saçlı olan
kimliğini ver, dedi. Kimliğimi unuttum kaygısıyla elimi cebime attım cüzdandan kimliği çıkardım verdim. Adresimi, ailemi, okul geçmişimi genel hatlarıyla sordular. Kağıdımın üzerindeki kırmızı
GBT KAYDI BULUNMAMAKTADIR damgasını ve altındaki imzayı gördüm.
O sırada birisi sürmeli iki kardeş içeri girdiler ve ifade vermek için geldiklerini söylediler. Yer olmadığı için nezaketen ayakta kalana yer verdim. Polis memuru o sırada işimin bittiğini ve gidebileceğimi söyledi. Teşekkür ettim ve aşağı indim. Zırhlı kapıların arasından sokağa çıktım. Buraya kadar her şey normal değil mi? Hatta istediğim şey de oldu. Kuruntularım sonlanmış oldu. Hiç de öyle değil. Meğer ben hastaymışım. Benim beynim yıllarca kuruntu üretmek için şekillenmiş. Yukarıda bahsettiğim damgayı saatlerdir internette arıyorum. Acaba doğru mu okudum diye.
Bugün hasta olduğuma karar verdim. Yarın da doktora onaylatacağım. İki senedir devam eden bu kaygılarımı yardım almadan yenmeye çalışarak yeterince zaman kaybettim. Sanki dünyanın bütün yükü benim sırtımdaymış gibi yeterince yaşadım. Kendimle çok konuştum.
Bilişsel Davranışçı Terapi falan filan hepsi hikâye. Kaygılarımın saçmalığından haberdarsam neden hala kaygılıyım.
9. GÜN
Sabah hastaneye gittim doktor çok yoğundu geri döndüm. Yarım kalan uykuma devam ettim. Yarın hastaneye gider miyim? Sanmam.
Son iki yıldır keyfim yok. İki yıl içerisinde ufak tefek mutlulukların haricinde huzurlu olduğum söylenemez. Gerçi öncesi de aynı bokun soyu. Burada oturup saatlerce mutsuzluğumdan da bahsetmek istemiyorum ama hayatım bundan ibaret. Böyle zamanlarda yaratıcılığım da ölüyor.
Dopaminin azlığından galiba. Babası
parkinson olan bir arkadaşım var. Parkinson dopamin eksikliğinden kaynaklanır, parkinson ilaçları ise bu dopamini çok yoğun salgılatır. Bu nedenle bu arkadaşımın babası her gün evde yeni bir meşgaleyle uğraşıp sürekli bir farklılık yaratıyormuş. İşte dopamin böyle bir şey.
10. GÜN
Bugün öğretmen arkadaşlarımdan biri yeni işine başladığı için küçük bir kutlama yaptık. Çok sevinçliydi. Masada oturan diğerleri için de aynı temennide bulunduk. Herkes biraz mutlu biraz da kendi hayatlarının düzensizliğine buruktu. Burukluğumuzdan kimse söz etmedi. Hepimiz başımıza henüz gelmemiş büyük felaketlerin acısını çekiyorduk. Akşamına Onur ile telefonlaştık. Kişisel felaketlerin ardından insanların çok yoğun bir üretim dönemine girdiklerini anlattı. Hak verdim.
11. GÜN
Önceki tarihlerin güncelerini okudum. Savaştan yeni çıkmış gibi bir halim var. Aslında öyle değil. Hayatım çoğu insana göre normaldir. Görece iyi bir eğitim aldım. Çok para sıkıntısı çekmedim. Arada bir tökezlese de sağlığım yerinde. Arkadaşlarımla aram iyidir. Büyük pişmanlıklarım yok. Yeri gelince her şeyden sıyrılıp eğlenmesini bilirim. Hızlı öğrenirim. Gitar çalmasını bilirim. Yeni bir enstrümanı da hemen çözerim. Matematiğim iyidir. Fizik konusunda öğretmenlerimden övgü alırdım. İyi filmden, iyi kitaptan anlarım. Bundan sonra güzelliklerden de bahsedeceğim.
12. GÜN
Eski bir arkadaşım, abisinin nişanı nedeniyle buraya geldi. Oturduk konuşmaya başladık. Bir işin peşinde olduğundan bahsetti. 1995 senesinde polis memuru babasının ölümü ile ilgili eline yeni bilgilerin geldiğini anlattı. Olayı aynen yazıyorum: Necati Amca o dönem Niğde valisinin korumalığını yapıyor. Bor’da iki memurla ilgili çıkan dedikoduların aslını öğrenmek için vali tarafından gizli görevle ilçeye gönderiliyor. Dönerken bir trafik kazası sonucu vefat ediyor. Görev yazısı olmadığı için şehit sayılmıyor ve olay kapanıyor.
Arkadaşım bir polis memuru ile konuşurken rastgele bu olayı anlatıyor. Polis memuru üzerine gitmesi gerektiğini söylüyor ve gerekli yerlere yazılar yazılıyor belgeler isteniyor. Dönemin valisinin Necati Amcayı gizli görev için gönderdiğine dair yazdığı resmi bir belge arşivden çıkıyor. Ama SGK, görevlendirme yazısı olaydan sonra yazıldığı için gerekli tazminatı vermiyor. Biraz araştırmanın ardından gizli durumlarda görevlendirmenin sonradan da yazılabileceği bulunuyor.
Arkadaşım davayı açıyor. Bütün bu davaya da avukat arkadaşım Cansu bakıyor. Büyük ihtimalle bütün haklar kazanılacak. Yüklü bir miktar tazminat alınacak. Tam da hayatında yeni bir mesleğe ihtiyaç duyan arkadaşım için bu haklara sahip olmak çok büyük kolaylıklar sağlayacak. Küçücük şeyler ne büyük fırsatlar doğuruyor. Allah’ın lütfu.
13. GÜN
Liseden sevmediğim kişilerle karşılaştım. Neyse ki birbirimizi tanımıyormuş gibi davrandık.