Çok Zor Dostum… Annesi yine durmak istemedi şehirde. Bunaltıyordu onu bu hayat. Binalar, kaldırımlar, gürültü… Doğup büyüdüğü yerlerde en az bulunan şeyler, burada en fazla idi. Muhabbetle, toprakla, işle güne başlayıp yine muhabbetle, toprakla, işle bitirdikleri günler belirirdi hep aklında, şehirde oğlunun yanında olduğu zamanlarda. İnsan yaşarken değerini anlayamıyor gerçekten.
Artık dayanamadı annesinin gitme isteğine ve ellerinden öpüp yolcu etti onu. Aslında mutlu oluyordu olmasına, annesini her kış hasret kaldığı topraklara yolcu ettiği için. Onun bu büyük şehirde, evde mecburi hapis hayatını o da hiç benimseyememişti ama yaşlanmıştı artık annesi iyice. Korkuyordu haklı olarak. Her şeye rağmen, annesinin mutluluğu en önemlisiydi.
Erken yaşta eşini kaybetmesine rağmen, aslanlar gibi büyütmüştü oğlunu. “Hayat zor” cümlesini hiç kurmadı. Kurduğu anda yenileceğini biliyordu. Yavrusunu okuttu, büyüttü. Büyük şehirlere nefer etti. Köyler artık zor. İş sahibi olacak bu gençler, yuva sahibi, çocuk sahibi. Yanına da gitmek icap etti kıştan kışa. Torunları sevmek, gözlerinden öpmek, babaannelerini bilmelerini sağlamak, eğer henüz gelememişlerse memleketlerine oralardan hikayeler anlatmak. Hepsini de yaptı ne mutlu.
Hayat Çok Zor
Annesini her kış sonu hemen hemen bu günlerde yolcu ederdi etmesine de bu sefer bir garip hissetti. Bazen hissediyor insan. Hayat zalim gidişatına uygun olarak işliyor kafasında yakın geleceği. Belki de annesini son kez buradan yolcu ettiği düşüncesi takıldı aklına. Bu sefer fazla sürdü bu takıntı. Bir çıkar yol ya da bir temenniye bürümek için bu takıntıya karşı bir cümle kullanmalıydı hemen. Buldu da. Hatta rahatladı da. “Annem mutlu olduğu yerde yumsun o güzel gözlerini”.
Telefonun sesini hiç açmazdı, sürekli titreşimde tutardı. Bu nedenle, çoğu kez erken açamadığı için çağrıları zılgıt yemiştir eş dosttan. O gün iş yerinde uzun uzun tekrarlayan melodi, bir türlü susmuyordu. O da etrafına bakındı uzun süre, artık biri açsın şu telefonunu der bakışlarıyla. Çok zaman sonra, fark etti durumu. Nasıl olmuşsa, telefonunun sesi açık kalmış. Bir tutarsızlık işte bize duymak istemediğimiz haberleri kulağımıza kulağımıza sokan. Annemiz gözlerini kapatmış, tam da en mutlu olduğu yerde. Evlendiği gün kazmaya başladığı bahçesinde.
…
Uzun süredir aramamıştı dostunu. Üniversite yıllarından konu açılmıştı da sofrada ilk aklına o geldi. Ne de mutlu günlerdi. Ne kadar da destek olmuşlardı birbirlerine. Hemen sarıldı telefona. O kadar özlemişti ki, telefondan sarılıp öpebilirdi kadim dostunu.
Telefon açıldığında karşısındaki ses tonu sarıp sarmalanmak istiyordu ama hasretten değil, acıdan. Annesini kaybettiğini ve memlekete doğru yola çıktığını söylerken yutkunmakta zorlandı. Dostunun telefondaki sesi ve o son yutkunuşu kahretmişti o akşamı. Birkaç cümle devam edebildi muhabbet. Sabırlar dilendi, yapılabilecekler soruldu. Elden daha fazla ne gelir.
Balkona çıkıp sigarasını yaktı ve ilk derin nefesinde arkadaşlara haber vermesi gerektiğini düşündü. Saatine baktı, geç olduğunu düşündü. Yarın, artık iyi hissettiğinde haber vermeye başlayacaktı.
ÖĞLE ARASI VE ÇOCUKLAR
Öğle arasına girmeye beş dakika kalmıştı. Çocuklara bir sonraki derste neler işleyeceğini hatırlatıp hazırlıklı gelmelerini istedi. Zil çalıp yemekhaneye doğru ilerlerken telefonu çaldı. Ne güzel bir isim yazıyordu ekranda. Çok da acıkmıştı ama açlık umurunda mı? Dostunun sesini duyacak. Telefonu açmadan geçen o kısacık zamanda da kendine kızmadan edemedi; ”Ulan hiç aramıyorsun milleti” diye. Çocuk gibi bir sevinçle açtı telefonu ama ah şu ses tonları… Kısa bir hal hatırdan sonra malum haberi iletildi kendisine. Telefon iyi temennilerle kapandı. Yemekhane güzergahı değişti. İstikamet boğulacak en derin küllük.
Haberi verdikten sonra bir gün kendisinin de aynı kayıpları yaşayacağını düşündü. Düşünce soğuk ama bir o kadar da gerçekti. Acaba nasıl öğrenecekti. Kim arayacaktı. Yoksa aranmasına gerek kalmayacak mıydı?
Yemekhane güzergahını değiştirip, menüsünü bolca sigarayla süsledi. Son sigarasını söndürürken aklına, bir gün kendisinin de bu senaryoda yer alacağını düşündü. İrkildi. Öteledi hemen düşüncesini. Uzun süre kötü haber almak istemediğinin bilincinde, sınıfına doğru yürümeye başladı.
DEFNEDİP EVE DÖNMÜŞTÜ
Annesini defnedip eve dönmüştü. Acı yok olmuyor ama etkisini azaltıyor işte. Onun mutlu bir şekilde gözlerini kapattığı hayal ederek rahatlıyor ve hayatına devam ediyordu. Birkaç ay geçti ki artık akranları gibi onun da yaşlandığını, bu tür haberleri sık sık alacağının farkına vardıran bir telefon geldi. Telefon, annesini defnetmek için yola çıktığı akşam ona dostum diyerek telefon açan dostunun babasını vefat ettiğini söylüyordu. İçinde tarifi olan ve tekrar var olmak için malzeme bekleyen o sızı belirdi. O da, şehir şehir dağılmış dostlara haber vermeyi görev bildi ve telefona sarıldı.
Hafta zor geçmişti. Bir sürü yazılı kağıdıyla evin yolunu tuttu. Hafta sonu iyice dinlemesi gerektiğini hatırlatıyordu vücudu. Bu sefer kulak verecekti çünkü artık erken yoruluyordu bedeni. Genç olmadığını farkındaydı ve artık bu farkındalığı faaliyete geçirme zamanın gelmişti. Akşam uyuya kaldı televizyonun karşısında. Telefon kolunun altında yer bulmuş kendisine. Bulduğu yerde de titremeye başladı. Dostu arıyordu, yüzünde çocukça bir gülümseme. En son kızı olacağını haber etmişti de o zaman konuşmuşlardı. Hemen açtı. Ses tonu tanıdık geldi. Malum haberi aldı. Telefonu kapattı, balkona çıktı sigarasını yaktı. Sigarasını söndürdükten sonra aradı dostunu; sabırlar dilerken bir mıh saplandı yüreğine, hiç böyle acı bir cümle duymamıştı; “Çok zor dostum…!”