Beni topla anılardan … Nitelikli şiir okurun duyularına seslenir. Ona duyusal bir zevk verir. Şiirin işi beş duyuyu devindirerek, yaşantıları duyguların tanıklığında somutlamaktır. Şiir okudukça rahatlamamız da bu yüzdendir. Aynı sözcüklerle anlatıp durduğumuz ama ifade edemediğimiz soyut durumları somutlayarak ortaya koymasındandır. Bu sebeple iyi şair: “Sana aşık oldum.” demez, “Senin göz kapaklarına biriken yaşları parmaklarımla silmek istiyorum.” der.
Şiirsellik sanılanın aksine çok az şairin sahip olduğu bir niteliktir ve temelde birbiriyle hiç ilgili olmayan iki kavramın bir arada düşünülmesinden oluşur. Söz gelimi şair “kırık sandalye” derse bu yeni bir şey değildir “sandalye” ve “kırık” sözcükleri zaten çoğunlukla bir arada görünmektedir. Okurun belleğinde yeni bir bağdaştırma kurmaz. Ancak “gökyüzünden düşen sandalyeler” dediği zaman yeni bir kavram ortaya koymuş olur. Okur bu sözü okuduğu zaman sinapsları çarpışır ve belleğinde daha önce hiç kurulmamış bir bağlantı kurulur. Bu yeni, başlangıçta tam olarak anlaşılamayan ancak sezilebilen bir bağlantıdır. Şiir düşünme sorumluluğunu okura veren bir yazınsal türdür. Okur dilediğini düşünmekte serbesttir ancak gökyüzünden düşen sandalyeler sözünü okuyunca sevgilisini özlediği sonucunu da çıkaramaz. Belki sandalye ile koltuk arasında bir bağ kurup gökyüzündekileri yüksek makamlarla ilişkilendirip şairin gökyüzünden düşen sandalyelerle iktidarını kaybeden bir gücü anlatmaya çalıştığını söyleyebilir. Denilebilir ki iyi şiirin anlamı kapalı olmalıdır ya da açıksa bile her okuyuşta yeni, derin bir anlam keşfedilmelidir.
DURMUŞ TAŞDEMİR
Durmuş Taşdemir , kitabına adını veren şiirine şöyle başlar: “gölge gibi değil ışık gibi de değil/yanık bir türkü gibi geçtiğim/ şehirlere gidiyorsun.” bir kentten yanık bir türkü gibi geçmek, yepyeni; alışılmamış, kavram dünyamızı zenginleştiren, düşüncemizin sınırlarını genişletip duyularımızı devindirerek duygularımızı harekete geçiren bir anlatımdır. Ya da başka bir şiirinde “canıma değiyor gerçeğin sivri ucu” derken belleğimize yepyeni bir düşünme yolu kazandırır.
En çok görme duyumuzu devindirir Taşdemir’in şiirleri ama arada “sokaklarında dolaşırken/kaşık bardak sesini duyardım evlerden” gibi işitme duyusuna yönelen, metnin sesini ve lirizmini yükselten anlatımları da vardır. İnsan bir metin okurken bir çeşit illüzyonla karşılaşır. Beş duyumuzdan herhangi birine seslenen anlatımlar bizi kandırır ve sanki okuduğumuz şeyi yaşıyormuşuz hissi uyandırır. Bu sebeple nitelikli Rus romanları okurken üşürüz. Durmuş Taşdemir de bunu kitabında oldukça iyi kullanmış ve beş duyumuza seslenen nitelikli dizeler kaleme almıştır.
Şiir, her konuda her biçimde yazılabilir, Taşdemir izlek olarak bireysel konuları ele alsa da toplumcu bir tarafı da vardır. Şiirin toplumun aksayan taraflarını ortaya koymak gibi bir görevi yoktur. Ancak Adnan Özdemir’in de belirlemesiyle şair ne kadar bireysel bir ürün ortaya koyarsa koysun yaşadığı toplumun aynasıdır ve toplumun aksayan yanları en duyarlı insan olan sanatçıyı da etkilemektedir. İstese de istemese de toplumsal bir görev üstlenir yani şair. “Hiçbir yasa düzenleyemez/filizlenmesini tohumun/yeşermesini umudun” derken ya da “sermaye tükenir, gider beyler paşalar elbet, sen kalırsın emek” derken bu toplumsal duruşunu görürüz Taşdemir’in.
Melankoli de şiirlerinin ağır basan ögelerinden biridir. Özellikle ilk iki kitabına bakınca anlamın gittikçe kapandığını, şiirselliğin gittikçe arttığını gördüğümüz yapıtlarında melankoli de bu ölçüde artmıştır ancak bu umutsuz bir melankoli değildir. Neşe ve umut onun şiirlerinde her zaman vardır.
En çok denize özlem duyan İç Anadolulu bir şairin özgün söyleyişine tanıklık etmek isteyenleri Durmuş TAŞDEMİR’in yolculuğuna bakmaya çağırıyorum.
VİDEO KAYNAĞI – Kaynağı şurasıdır. Emanet edemedim Youtube’a. O bakımdan ekledim buraya.