3 Kız 1 Ana … Hikayesi olan bir türkü ile daha yeniden merhaba dostlar. Bu sefer kötü bir alışkanlığımızdan da bahsetmeden geçemeyeceğim. Maalesef biz türkülerimizin, şarkılarımızın özüne hiç sadık kalamayan bir toplumuz. Hep kulaktan dolma yaşantımız bunu da bozuyor. Duyuyoruz, ekliyoruz, çıkarıyoruz, uyduruyoruz ve sonra da alışıyoruz. Birçok şeye alışmak zaten ülkemizin en büyük sorunlarından biriyken bari türkülerimize sadık kalalım derim. Bunun gibi birçok türküde hikayede ve söz konusunda değişikler olduğunu bildiğim ve sağlam araştırmalar sonucu elde ettiğim bilgileri yine sizlere sunacağım. Saygılarımla…
(Yazının kaynağı Yalçın Ergir’in kişisel web sitesidir.)
YALÇIN ERGİR: Sabahattin ya, muayenehaneden çıktığımdan beri “Üç Kız Bir Ana”yı dinliyorum; dokunsan ağlayacağım, keşke sana da dinletebilseydim.
SEBAHATTİN SÜRMEN: Ne kadar buruktur onun sözleri, ezgisi; ne olmuştur da bu üç kızla anası bir dama çıkmış, yana yana ağlamaktadırlar?
YALÇIN ERGİR: Biraz Güvenpark’ta oturalım mı?
Bir gün Düş Hekimi Yalçın Ergir ve Sabahattin Sürmen; Halk Ozanı Kurbani Kılıç tarafından Kars’ta yakılmış bu türkünün öyküsünün peşine düşerler. Ankara’dan trenle Kars’a gidip, Kurbani’nin köyünü bulacaklar, tanıyanlara sual edeceklerdir. Tam Doğu Ekspresi tren biletlerini alırlarken, hikayenin geçtiği dönemde Bolu Vali yardımcısı olan Abidin Ünsal’dan haber gelir:
ABİDİN ÜNSAL: Ben oğlu Halk Ozanı Ali Feza Kılıç’ı tanıyorum; kendisi Ankara’da yaşıyor.
1940’lı yılların sonunda, Sarıkamış’ın Iğdır Köyü’nden Halk Ozanı Kurbani Kılıç tarafından yakılmış olan bu Kars türküsünün, dinlemekte olduğunuz kaydı, bir stüdyo kaydı değildir. Babasının sazıyla, sözüyle büyümüş Ali Feza Kılıç’ın (Kurbani Kılıç’ın oğlu) odasında çalıp söylediği, basit bir cihazla kaydedilmiş ham bir kayıttır. Muzaffer Sarısözen’in 1950’de Kars’ta 373 ezgi derlediği 14. derleme gezisi ertesi, 22 Mayıs 1951 tarihinde, Ankara Radyosu Türk Halk Müziği Repertuarı’na: “Yaylasından İnmişler” ismiyle kaydedilen ve Kurbani türküsünde yer almayan sözleriyle, orijinal vurgularıyla tam bir kayıttır.
[Düş Hekimi Yalçın ERGİR]
TÜRKÜNÜN ÖYKÜSÜ
Bin dokuz yüz kırklı yılların sonları, Kars’ın Sarıkamış ilçesinin Iğdır Köyü. Her sene temmuz ayında bütün köy halkı iki aylığına yaylaya göç eder. Büyük ve küçükbaş hayvanlarıyla, çadırları, kovanları, kazanları, kızanları, ocaklarıyla, yolda yemek için hazırlanmış katmeri, peyniri, ketesiyle muhteşem bir göçtür bu. Bu yiyecekler yolda rastlanılanlara da ikram edilir. Varılan gece büyük bir ateş yakılıp, halay çekilir. Kekikli otlarla beslenen, çevresi nane kokan sulardan içen hayvanlardan sağılan sütten, peynir, çökelek, kaymak, yoğurt yapılırken, kırpılan koyunlardan da yün elde edilir.
Şehirlinin hayatından çok farklıdır yayla hayatı, gün ışığında hep iş vardır yaylada. Sabah 4’te kalkılır, akşam 8 olduğunda idare lambaları söndürülmüş, herkes yer yataklarında uykudadır. Ertesi gün de sırtlarında Sazak Yeli, sac ekmeği pişirmekten, hayvan otlatmaya, kışlık erzak oluşturmaktan, yeşillik toplayıp kurutmaya – tadına doyulmaz bir çalışma vardır. Tabii türküler de vazgeçilmezlerindendir yaylanın.
“Güneş, Güneş gibiyken gündüzlerinde, Ay da Ay gibidir yayla gecelerinde, türküler de türkü gibiyken Iğdır Köyü’nün yükseklerinde.”
1 Temmuz 1923’te, Kurban Bayramı’nda doğmuş Kurbani Kılıç da köyün türkü yakanlarındandır. Önceleri Azeri tarzda türküler üretirken, türkü yolculuğuna Sarıkamış havalı türküleriyle devam etmiştir. Baba İbrahim Kılıç, Anne Adile Kılıç ve 9 kardeşiyle göçerler yaylaya.
Günümüzde yaylaya gidenler oldukça azalırken, o yıllarda yazın kimse kalmaz köyün taş üstüne taş konmuş hanelerinde. Hane reisleri arada köye dönse de, çoluk çocuk yaylaya gitmek yaşamsal bir zorunluluktur o devirde. Köylülerinden bir hane reisi hastalanır o yaz. Üç kızı ve karısıyla yaylaya gidemeyecektir, ama yaylaya da gidilmelidir. “Siz gidin…” der anaya. “Ben burada kalır, kendime bakarım; sizin dönüş yolunuzu gözlerim – ama ben gidemeyeceğim…” Er kişinin sözü buyruktur. Üç kız, bir ana düşerler yayla yollarına. Akılları bir yaz boyu göremeyecekleri, köyde bir başına yaşayacak kocada – babalarında kala kala, giderler suları buz gibi yaylalara. İmece usulüdür yaylada hayat. Hab olayında kertli çubuklarla ölçülen sütler birbirine ödünç verilir. Herkes yardım eder üç kız ve anasına. Derken güz gelmeden, Alem Yeli esmeden, Iğdır Köyü’ne dönüş vakti gelir. Döndüklerinde üç kız, bir anayı büyük acı beklemektedir. Dönmelerine çok az kalana kadar idare etmiş baba son nefesini tüketmiştir.
“Yaylasından inmiş köy yolunu tutmuş üç kız, bir ana,
köylerine varıp, acı haberi duyunca, çıkıp dama,
“oooy, oyyy…” diye ağlamaktadırlar yana yana.”
Köyün ozan delikanlısı Kurbani Kılıç da sokulmuştur yanlarına; üç kız bir ana ağlarken yana yana, gözyaşları düşerken yanaklarına, çanak tutmaktadır yüz yıllarca gönüllerden akacak bir türkünün ilk damlalarına.