ÖZET: Ecem’in yaşam deneyimleriyle hayır demeyi öğrenmeyi ve insanın kendisini nasıl sevebileceğini ve başa çıkmak konusunda ne kadar yetkin olduğunu keşfediyoruz.
OKUMA SÜRESİ: 7 Dakika
İnsanın bir an bile olsa muhakkak kendini sorguladığı bir zaman olduğuna inanıyorum. Nasıl güzel bir his biliyor musunuz? Söz gelimi eski bir arkadaşınız sizi çok fazla takmıyor sadece işi düştüğünde arıyor diyelim. Siz bunun farkında olduğunuzu düşünüyorsunuz ama yok canım ne alaka o benim taa çocukluktan arkadaşım tabiki yapacağım ne isterse dersiniz. Ben öyle diyordum çünkü. Ta ki o insanla sadece tek taraflı bir alışverişim olduğunu anlayana kadar. Hep kendinden veren ben ama hiç karşılığını alamayan da ben -bu olayın da farkındaydım da kabullenemiyordum işte- dolayısıyla başa çıkmak işi de zor oluyordu. Sonra bir gün dedim ki, hayatı boyunca tek kimseye bile hayır diyememiş bir insan olarak. DUR. yeter. O günden sonra bir daha muhatap olmadım o kişiyle.
Ben hep kendinden çok yakınındaki insanları düşünen bir insanım. Bir arkadaşımla görüşeceksem bile onun uygun olduğu bir zaman görüşürüm, çünkü ben arkadaşlarına her zaman vakit ayıran bir insan olduğum için bana sorun çıkarmaz gün, zaman.
Mutsuzdum, çünkü çevremdeki insanların kötü düşünceleri beni çok etkilediği gibi kendimi yetersiz bir insan olarak görüyordum. Vasıfsız tam sözcük aslında. İnsanların beni kullandığını, ulu orta yerde aşağıladıklarında bile güldüğümü -sırf benle konuşmaya devam etsinler diye- insanlar sırf beni sevsinler diye kendimden taviz verdiğimi, kendimi çirkin hissettiğimi hatırlıyorum. Psikolojik bir savaş içerisindeydim, kendime bile itiraf edemiyordum bazı şeyleri, düşüncelerimden korkuyordum, hemen başka şeyler düşünmeye başlıyordum. Uykusuzluk zaten olmazsa olmazımdı, düşünceler beynimi kemiriyordu her gece.
Farkındayım.
7-8 ay önce bir dönüm noktası yaşadım. Kendime buna katlanmak zorunda değilim dedim çünkü bu ben değildim. Başa çıkmak işini halledecektim. Ben olamıyordum, huzurlu değildim, mutlu hiç değildim, içimdeki o sıkıntı, stres beni mahvederken birden bire içimdeki asıl ben bir şeylere yeter dedi ve tereddüt bile etmeden, umurumda bile olmadan ben bile fark etmeden mutluluğa eriştim. Özgürdüm. Hayır demeyi öğrenmiş bir insandım. Yaptıklarını kabullenen, kendi içinde kendini kabul eden güçlü bir bireydim artık. Kendim olabilmenin hazzını yaşarken insanlardan da saygı görmeye başladım, kendimle barıştım. Mutluluk neymiş ilk defa bu kadar yoğun yaşıyorum bu ara çünkü kendimi olduğum gibi sevmeyi, kusurlarımı sevmeyi de öğrendim. Hayatımda bir çok değişiklik oldu tabi, güzelleştim, yaş aldım, gözlerim parlamaya, dudaklarım gerçek anlamda gülmeye, kalbim huzur bulmaya, kafamda -az diyemeyeceğim- büyük bir rahatlama oldu.
Yaşam gittikçe güzelleşmeye devam ediyor. Sigarayı bıraktım, alkolü çok nadir içerim zaten, vejetaryenliğe giden bir yolda gibiyim -bu konuyu ayrıca konuşacağız- beynim hafif, kalbim hafif, bedenim hafif pamuk gibi bir insan oldum çıktım. Tabi bu olaylar olurken tek başıma değildim, arkadaşlarım vardı, okul döneminde geçirilen o kasvetli, huzursuz ve bir o kadar mutsuz günlerimden çıkarken tuttular kolumdan, toparlanmama yardım ettiler, yüzümü güldürdüler, kalbimi de güldürdü tabi içlerinden biri. Bu kadar güzel bir insan olmamda, sonsuz sevgisiyle iyileştirdi beni, bütün kırıklarıma kadar iyileştim neredeyse.
Kafa şişirdiysem affola. Şunu açıklamak istiyorum: Yalnızca farkında olmak her şeye yetmiyor, kabullenmek de istiyor, itiraf etmek de, anlamak da, kucaklayıp sahiplenmek de gerekiyor. Biliyorum yazmakla da olmuyor, icraat istiyor. Onun yolu da ufak tefek, tek kelimelik cevaplarda gizli. EVET ya da HAYIR. Ne güzel söylenmiş Sheakspeare gerçekten: Olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu!