Hasan Dayı… Sanırım hayatımın 1991 – 1996 yılları arasını, en çok gözlem yaptığım dönem olarak isimlendirmek yanlış olmaz. 1991’de altı yaşında ve gözlemin bitmek zorunda olduğu 1996 yılında on bir yaşında olan bir çocuk için gözlem, ağır bir görev gibi kalsa da öğrettiği değerler bir o kadar hafifletici hayat için, vicdan için.
Kendimi bildiğim ilk ev, İstanbul’un varoş bir ilçesindeydi. Kurumuş bir dere yatağının yanlarına kondurulmuş, çoğu gecekondu, bir kaçı da iki veya üç katlı evlerin birinde görmeye başladım hayatı. Yolumuz toprak. Henüz çiçekler, ağaçlar ve böcekler küsüp ayrılmamış şehirden. Bahçesinde dalından meyve koparıp taze taze yiyebildiğiniz ağaçların henüz tükenmediği İstanbul. Hala tavuk, ördek hatta at görebileceğiniz haneler mevcut. Oyun hamuru daha çamurun yerini almamış mutlu çocukların güzel ellerinde. Fransız balkon diye bir kandırmaca da yok henüz evlerde. Oda boyutunda balkonlar. Demem o ki gökyüzünün hala bize çok uzak olmadığı zamanlar.
Bu tasvirde küçük bir çocuğun demir korkuluklu bir balkonda beş yıl boyunca hiç aksatmadan izlediği biriydi Hasan Dayı. O yaşlarda akraba kavramlarını kafasında zar zor oturtan bir çocuk için tamamen dışarıdan birine dayı diye hitap edilmesi de ayrı bir dert ya neyse!
Hasan Dayı, benim hiç bilmediğim bir tarihte gecekondusunu kurmuş balkonumuzun baktığı tepeye. Aramızda bomboş bir arazi. Arazi her gün Hasan Dayı’nın düzenli ziyaretiyle çukurlaşıyor, düzleşiyor, temizleniyor ve şekilleniyor.
İSTİKRARLIDIR HASAN DAYI
Emekli midir, işveren midir, işsiz midir, inşaatçı mıdır, seyyar satıcı mıdır bilmem ama Hasan Dayı çok ama çok istikrarlıdır. Hayatımın bu döneminde hatırlayabildiğim her gün o arazi kazıldı Hasan Dayı’nın nasırlı ellerinin arasındaki kazmayla. Onu gördüğüm tek yer arazisi ve onu gördüğüm tek hali eski bir pantolon, siyah çizmeler, her gün değişen oduncu gömleği.
Önceleri her gün balkondan izledim Hasan Dayı’yı. İtinayla girer toprağa, son derece yavaş ama sabırlı çalışırdı. Günde bir el arabasını geçmezdi çıkardığı taş ve toprak. Fakat her gün bir el arabası istatistiğini de bozmazdı. O’nun bu düzeni, itinası ve istikrarı beni de düzenli bir dizi takipçisine çevirmiş gibiydi. Artık yalnız başımıza dışarı çıkmaya başladığımız zamanlar (şimdi ne zor değil mi bu yaşlarda?) gelmişti. Ön sıralardan konser bileti bulmuş gibi. Hasan Dayı, kazması, küreği ve el arabası karşımda. Keyfe bak. Anlayacağınız günümüzün inşaat makinesi izleme ata sporumuzun ilk çağlarımdaki hali bu.
Yıllar geçti. O küçük el arabasının her gün bir doldur bir boşaltlık mesaisi koca bir çukura dönüşmüştü yanı başımızda. Tabi bu süreçte O’na kızanlar, gürültü çıkarıyor diye azarlayanlar, karısına kızına yan baktığı iddiasıyla küfürler savuranlar oldu. Hatta defineci diye birkaç defa polis de ziyaret etti kendisini. Daha hatırlayamadığım olumsuz birçok şey olsa da Hasan Dayı, ne ses çıkardı tüm olanlara ne de istikrarının bozulmasına izin verdi. Sadece O’nu hayata bağlayan amelini gerçekleştirdi. Belki de yüreğindeki sessiz çığlıkları kazmasının ucunda dile getirerek.
Hani bir sürü başarı hikayesi dinlemişizdir. Süreçte hep “sabırla çalıştı”, “düzenini bozmadı”, “çok çalıştı” gibi yaldızlarını saçarak kullanılan cümleler duymuşuzdur. Bu hikayeler başarabilenlerindir. Yaldızlı cümlelerin eşlik ettiği bu hikayelerin başarısız kahramanları da var elbet. Gel gör ki tamamlanmamış hikayeler anlatılmaz bizim gezegende. Varsın ben bir tane anlatmış olayım sizlere.
BİTMEK ZORUNDA OLAN BİR HİKAYE
Demiştim ya. Ben on bir yaşımdayken bitmek zorunda olan hikaye diye. Bitmişti. Sabah ilk defa ağlayarak, bağırarak uyandırdı bizi Hasan Dayı’nın sessiz eşi. En çok vakit geçirdiği toprağı, arazisi, çukuru mezar olmuştu O’na. “Fark edememiş” büyüklerin konuştuklarına göre o kayayı. Fark edememiş de altına vurmuş kazmayı. Kaya da ezmiş yaşlı bedenini.
Çok kızdım o kayaya, bir çocuğu yaşlı kahramanından çaldı diye; çok kızdım o son kazma darbesine, koca kayayı fark edemediği için; çok kızdım küreğe ve el arabasına, bu sefer hiçbir şey taşıyamadıkları için. Hiç kızmadım Hasan Dayı’ya, sevdiği şeyi yaparak bize güle güle dediği için ve bana daha o yaşlarda sabrın ve düzenin örneği olduğu için.